Fidel, sağlığında yenmiş olduğu Amerikan emperyalizmini, ölürken bir daha yendi… Ülkesinde, kendi halkının kalbinde bir hayatı sonuna kadar onurla yaşayarak… Fidel’i öldürememenin kitabı şimdi biraz daha anlamlı… Bu kitapla ilgili olarak yazdığım bir yazı daha önce yayımlanmıştı. Fidel’e ve onun tüm mücadele arkadaşlarına saygıyla bir kez daha…
2014 yılında Avrupa’da Birinci Dünya Savaşı’nın yüzüncü yılı nedeniyle bazı toplantılar ve etkinlikler yapıldı. Belki 2018 yılında da savaşın bitişi nedeniyle toplantılar yapılır. Oysa modernitenin toslayıp, parçalandığı kesin ve keskin bir dönemeç olan bu savaş, 1918 yılında bitmedi. Sadece bizim 1919-1923 gerçekliğimiz bile bu savaşın bitmediğini gösteriyor.
Dönemleri adlandırıp, başını sonunu belirleyince insan zihni sorunun çözüldüğünü düşünüp rahatlıyor. Sorunu çözmenin tek nedeni insan zihnini rahatlatmak değil elbet. Tarihi yapan ve yazan hegemonya dünyanın toplam zihinselliğini böyle düşünsel, dönemsel, toplumsal… paketlerle yönetiyor.
Dünyanın savaşı 1945’de de bitmedi. Bu savaş hala sürüyor. Bitmeyen başka bir savaş; Soğuk Savaş! 1989-1991 dönemi, Soğuk Savaş’ın bitişinde temel alınıyor. Özellikle 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı önemli bir dönüm noktası yapıldı. Hegemonya tarafından “imal edilen” “Demirperde”, “Özgür Dünya”, “Kızıl Tehlike” gibi kavramların mekânsal başlangıcı kabul edilen/ettirilen Berlin Duvarı’nın yıkılışı ile artık bu kavramlara da güncel anlamda ihtiyaç kalmamış oldu. Böylece Soğuk Savaş bitmiş oldu! Tarihi yazan galipler böyle uygun gördü. Oysa başka bir yerde aynı soğuk savaş devam ediyordu; Küba ile ABD arasında hız kesmeden ama boyut değiştirerek süren bir mücadele vardı. Öyle ki, yine doksanlı yıllarda Küba’dan kaçmaya çalışan “zavallı göçmen” haberleri ana akımda birden yer almaya başlamıştı. Öte yandan, turizmde birazcık canlanma yaşayan Küba’nın bir turizm bölgesinde, hem de 1996 yılında CIA bombası patlıyordu…
Her şey dünyanın, dünya kamuoyunun gözü önünde olurken, olayların tanımlanması/adlandırılması üzerinden düşünmemiz sağlanmak isteniyor: Soğuk Savaş bitti! Oysa yöntemler geçerliliğini koruyordu. 1959’daki Küba Devrimi’nin ilk gününden bu yana aynı biçimde. Yine dünyanın egemen cenahınca ehlileştirilen-metalaştırılan Che’nin ünlü fotoğrafı da bu konuda seçkin bir örnektir. Fotoğraf, Che’nin, Havana Limanı’nda CIA kaynaklı bir sabotaj eylemiyle öldürülen insanlara acıyla baktığı sırada ve olaydan duyduğu öfke içinde iken çekilmiştir. Fotoğrafın aslında Che’nin yanında başka görevliler de vardır.
Küba Devrimi sonrası, ABD bütün dünyanın gözü önünde, devrimin lideri Fidel Castro’yu ortadan kaldırmak istemiştir. “Fidel Castro’yu Öldürmenin 0634 Yolu” adlı kitap, devrimin ilk günlerinden iki binli yıllara kadar yapılan sayısız öldürme ve sabotaj girişimini oldukça “eğlenceli” bir dille işliyor. Kitabın yazarı Fabian Escalante, Küba Devrimi’ne katılmış ve devrim sonrasında karşı casusluk örgütü işlevine sahip “Devlet Güvenlik Birimi”nde görev almış. Yazar bu yönüyle de birinci elden tanıklıklara sahip olmanın verdiği bilgi ve birikimle, resmi kayıtlara geçmiş olayları, önce kurgusal bir öyküleme ile ve kendine göre alaycı bir dille anlatıyor. Arkasından ABD Senato kayıtlarında veya Küba’nın farklı kurumlarının resmi kayıtlarında yer aldığı biçimiyle olayın dayanağını da veriyor. Bu açıdan, büyük çoğunluğu başarısızlığa uğramış pek çok cinayet ve sabotaj eylemi bir roman akıcılığıyla sıralanıyor. Çok farklı bir failler geçidine tanık oluyoruz: CIA’nın devşirdiği resmi görevliler, kiralık katiller, mafya ve devrim sonrasında yoldaşlarla anlaşmazlığa düşmüş düş kırıklığı yaşayan eski yoldaşlar.
Kitap bir bakıma, ışıklar içinde yatsın, Sırrı Öztürk’ün çok kullandığı “bizim cenah” kaynaklı bir “derin devlet” deneyimini içeriyor. Ancak, bu içerik ne yazık ki, eksik kalıyor. Yazarın amacı da esas olarak bu içerikten çok, ABD’nin ve CIA’nın foyasını ortaya çıkarmak olduğundan, karşı casusluk dilinin gerektirdiği kadarıyla yetinmek zorunda kalıyoruz. Özellikle küskün yoldaşların küskünlüğüne ilişkin değerlendirmeler ilginç olurdu. Ancak, bizzat kendimizin de Küba’da tanık olduğumuz “savunma refleksi” böylesi ayrıntılara ulaşmamıza engel. Kübalı dostlarımıza ne zaman hassas sorular sorsak, elli yıldır süren ambargo ve saldırıları uzun uzun anlatıyorlardı. Elbette anlattıkları yüzde yüz doğru ve onlar da yüzde yüz haklılardı. Ancak, yine de fazla bilginin Küba’ya zararı olmazdı.
Derin devleti “bizim cenahtan” okuyunca kulağa hoş mu geliyor? Bilemiyorum. Ama yaşanmış bir deneyimi içeriden okumak, farklı bir bilgilendirme yolu açıyor. Ne var ki, kitabı yazan yazar bir istihbaratçı olunca, verdiği bilgiler çok özel ve dil çok keyifli olsa da, yine de anlatımlarda özel bir sakınıma sahip olduğu açıkça görülüyor. Zaten girişte kedisi de bunu dile getiriyor. Böyle olunca da, bir istihbaratçı kendine ve işine çok yakışır biçimde beklediğimizin altında bir bilgiyle bizi baş başa bırakıyor. Kitap bir yana, Küba ile ilgili kimi eksiklikleri başka kaynaklardan öğrenmek mümkün. Örneğin baştabelirttiğimiz gibi, tarihlerin kesinliğinin yanıltıcılığı Küba Devrimi için de geçerli. Öyle ki, 1959 yılbaşında emperyalistlerin kuklası, diktatör Batista devriliyor ve ülkeden kaçıyor. Ancak, Küba’da 1960’lı yılların başında ülkenin orta bölgesindeki dağlarda devrim karşıtları silahlı direnişleri devam ediyor. Dünyanın pek çok ülkesinden devrimci, yine dünyanın pek ülkesindeki ulusal kurtuluş mücadelesine katılmadan önce bu sıcak çatışma bölgelerinde “staj” yapıyor!
Kitaptaki olaylar dizisi, başta Domuzlar Körfezi Çıkarması olmak üzere, özellikle Devletler Hukuku bağlamında olmak üzere mevcut hukukun ne denli ikiyüzlü ve araçsal olduğunu da gösteriyor. Çünkü bir egemen ülke, başka bir egemen ülke başkanını öldürmek için sayısız girişimde bulunuyor. Bu bir sav olmakta öte kanıtlanmış bir durum. Bu açıdan da eleştirel hukuk açısından, hukukun temellerine getirilen eleştirileri haklı kılıyor.
Sonuç olarak, Notabene Yayınları, Celil Denktaş çevirisi ile farklı, ilginç ve bir o kadar da yararlı bir kitabı kitaplığımız kazandırmış bulunuyor. Bir son özellik olarak; içerik ile son derece uygun kapak tasarımında Can Kaya çok başarılı bir iş çıkarmış.
Sabri Kuşkonmaz
Yorum Kapalı.