Metis Yayınları zaman zaman yararlı kitaplar da yayımlayan bir yayınevi; yıllardır yayım çalışmalarını sürdürüyor; başka yayınevlerinin yaşadığı binbir soruna oranla “hiç topallamadan ve ödünsüz!”
Yararlı kitapların yanı sıra sıklıkla yayımladığı “mana”lı kitaplar da gözdesi Metis’in. İletişim yayınevi’yle birlikte Türk ekinine “öküz altında buzağı” savlarını boca ederler. Özellikle de gençlerin kafalarına…
Metis’in bugünlerde duyurduğu yeni kitapları arasında biri daha çok “manidar.” Taha Parla’nın “Türk Sorunu”, Siyasi Yazılar 2: 1998-2007, (Metis Yayınları, Şubat 2018) adlı kitabı.
Kitabın tanıtımında ise şunlar yazılı:
“Taha Parla’nın 1998-2007 yıllarında yazdığı yazıları bir araya getiriyor bu kitap. Normal şartlarda, on-on beş yıl önce ve zamanın güncel siyasi gelişmelerinden hareketle yazılmış bu yazıların bugün artık eskimiş olduklarını söyleyebilirdik. Oysa bu doğru değil; derinleşerek varlık sürdüren sorunlar hakkında oldukları için hâlâ son derece güncel yazılar bunlar. Sadece son yirmi-otuz yıla değil, koca bir yüzyıla bakıldığında bile ülkenin fasit daireler çizerek aynı sorunlara takılı kaldığı, çözemediği, tersine sorunlarını kemikleştirdiği görülüyor.
Taha Parla, Türkiye’nin sorunlarını yaratan bağımsız değişkenlerden biri olmak üzere ya da milliyetçilik sorununu, antidemokratiklik sorununu, militarizm sorununu, Kürt sorununu, Ermeni sorununu, kadın sorununu, eğitim sorununu vb. doğrudan yaratmamış olsa da, böyle kördüğüm haline gelmesinde belirleyici katkısı bulunan bir ‘Türk Sorunu’ olduğunu görmek gerektiğini vurguluyor.
‘Türk Sorunu’ndan çıkışın ilk adımı, bu sorunların Türkiye’nin üzerine gökten zembille, kaza eseri, kendi taksiratı olmadan inmediğini, esas olarak başkalarının komploları, hain emelleri ve kötülemeleri sonucu olmayıp, en azından kısmen, bunları tarihi, zihniyeti, politikaları, sosyal yapısı, korkuları, kültürü ve ahlakıyla Türkiye’nin ta kendisinin yarattığını görmek, bilmek…
‘Ahlaken doğru olmayan hiçbir şeyin, siyaseten doğru olamayacağının’ anlaşıldığı bir Türkiye umuduyla, özellikle genç okurlarımız için yayımlıyoruz bu kitabı.”
Sizce “Türk Sorunu”nun içindeki yazılardan söz etmeye gerek kaldı mı? Hangi derdimize şifa olacak?
Öncelikle şuradan başlayalım: Yeryüzünde, bugün demokrasi öğretmenliği taslayan, Yahudi soykırımı sabıkalı Almanya’da bile, toplumbilimsel (sosyolojik) ve tarihsel birikimi altüst edecek bir işe, “Alman Sorunu” diye bir kitaba kolay kolay gün yüzü göstermezler. Yayımlansa bile onun yazarı el içine çıkamaz, yetersizliğinden dolayı kimse yüzüne bakmaz. Başka deyişle ne ederse kendine eder.
Anımsamışken, Taha Parla’nın Hans Barth adından, Barth’ın “Türk, Savun Kendini” adlı kitabından; yine bir başka Almanın, Hans Tröbst‘ün “Mustafa Kemal’in Ordusunda Bir Alman Yüzbaşı” adlı (1925) (Çeviren: Yüksel Pazarkaya, TÜYAP Yay., 2017) yapıtından haberi var mı? Boşuna sorarız; yanıt alamayız.
Bu kişilerin Oskar Lange‘tan da haberleri olduğundan kuşku duymalı.
Kitap tanıtımının sonunda hangi tümce var? “Ahlaken doğru olmayan hiçbir şeyin, siyaseten doğru olamayacağı” tümcesi var çok doğru. Bertrant Russell’in “Büyük İdealler” adlı kitabının başında da buna yakın bir gerçek dillendirilir. Dillendirilir de ne olur, “Türkiyeli” “aydın” yine kıyım rgütleri arasında “seçim” yapar, milyonların katili emperyalizmi eleştirmekten köşe bucak kaçar. Ne ki iş ulus devlete, emperyalist yararına çamur atmaya (çamur yerine başka sözcük de kullanabilirsiniz), dilde, diplomaside, bilimde…temsil birikimi kazanmış ulus kimliğine saldırmaya gelince saldırgan karga kesilir. Bunlar hep “ahlaki” olmaktadır o kesime göre. Yaşamları boyunca özeleştiride bunmazlar ama sürekli de yanılırlar; yanılgılarını tarih kanıtlasa da ne gam…
Emperyalizm masumdur, demokrasi getirir, uygarlaştırır ama bütün kötülüklerin anası “milliyetçilik”tir, “militarizm”dir.
Parlalara göre her tür dinsel ve etnik şiddet besleyicileri “sivil toplum” (STK) öğeleridir, demokrasinin gerekleridir, dayanışma yapılarıdır. Militarizmin kurduğu yapılar ise “vesayet”tir. İnsan öğüten kıyımcılar takke, şalvar, yakasız gömlek, cübbe, türban, çarşaf…giydiklerinden olabilir mi acaba?!
Onların deyişiyle Kemalizm, geçmişte ve bugün görüldüğü yerde kazınırken, sonuçları gericileşme, halkın tutsaklığıyken, “Kemalizm, Türk Aydınlanması mı?” türünden yazılar yazabilirler.
Neymiş? Cumhuriyet, (varsayım bu ya) kurulduğundan bugüne değin Kemalistmiş ve ““Kemalizmden başka izm yoktur; öteki bütün izm’ler yabancı ve zararlıdır” diyesiymiş; dağa taşa böyle yazar imiş…
Bu kesimin sözcüleri Kemalizme diktatörlük, köy enstitülerine Nazilik, köycülük demekteler.
Akılları bu kadar yetiyor.
Bu “münevver”lere sorsanız ki hemen 1939’da İngiltere ile savunma anlaşması neden ve kimlerce yapıldı?
Hemen 1949 yılında ABD ile eğitim kurulları anlaşması neden ve kimlerce yapıldı?
Ve diğer birçok ikili anlaşmalar; “hür dünya”, demokrasi, liberalizm…
Ayrıca Almanya için Almanlık, Fransa için Fransızlık, İngiltere için İngilizlik…sorun olmazken Türkiye için Türklük nasıl ve hangi nedenlerle sorun sayılır?
Ne “kötülük” olmuşsa “Türk” kendi yapmış, emperyalizmin kusuru, taksiratı yokmuş.
Yanıt alamazsınız!
Bu savlara artık gülemiyoruz bile.
Gönüllü yurtsuzların bu ülkeye ettiği yeter artık!
Yahu bir kez de bir türkünüzü duyalım. Bir kentimizi, bir denizimizi severken okuyalım sizi.
“Türk Sorunu” ha! Çok ilginç bir sözcük buluşu, söz oyunu yaptıklarını sanmış olmalılar.
Parlalar, ırkçı” milliyetçi”lerin maaşlarını veren ABD ile ve AB ile neden iş tuttuklarını açıklamlıdırlar.
Trump önde gideninin yönetiminde, yine kimyasal silah yalanıyla emperyalizm Suriye’ye, İran’a saldırıyor; her an sıcak çatışmayla da saldırmak üzere. Türkiye’nin de Türkün de sırada olduğunu anlamak dâhi olmayı gerektirmiyor. Avrupa Biriliği, Birleşik Krallık bu saldırıların her yandan destekçisi. Parlalardan bekliyoruz; bir ses, yorum, bir yurt sevgisi kırıntısı…
Anadolu toprağı yaklaşık bin iki yüzlü yıllardan bu yana Türkiye bilinir; Türkiye’dir. Türkiye Cumhuriyeti kültürüyle, bilimiyle, felsefesiyle, diliyle gelişkin bir ulus devlettir. Dolayısıyla Türkü sıradanlaştırmaya, kabile düzeyine indirmeye çabalayanlar gülünç düşmekle kalırlar.
Öyle “milliyetçi” sözcüğünü kullanarak, ima yoluyla ulusçu yaklaşımı karalamakla kurtulamazlar.
Yıllarca besledikleri dinci gericilikten tokat yediklerinde, geçmişi de bugünü de unutturamazlar.
Parlalara sözümüzdür: Türkiye’deki her ışığı, aydınlığı, bilinci söndüren gericiliği “…tarihi, zihniyeti, politikaları, sosyal yapısı, korkuları, kültürü ve ahlakıyla” siz “ta kendinizin “yarattığını görmek, bilmek…” gerekiyor.
Bunun büyük, bağışlanmaz bir ahlaksızlık olduğunu özellikle gençler anlamalılar, bu çokbilmiş cahillerin tuzaklarına düşmemeliler.
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.