TANRIÇANIN AŞKI’YLA BİR MİTOLOJİ YOLCULUĞU
Tahsin Şimşek
A. Semih Tulay’la, aşağı yukarı 25 yıl önceye dayanan bir dostluğum var. Karacasu’da, iki katlı bir binanın iki kiracısıydık. “Afrodisyas” adlı bir dergiyi, o yıllarda Karacasu’da yeşertenlerdendik. Arkeolog A.Semih Tulay’la yıllar sonra, romancı A. Semih Tulay olarak karşılaşmak, benim en büyük mutluluklarımdan biri oldu. Ben insanın, dostlarıyla insan olduğuna inananlardanım. Miletoslu Aspasia ve Nannakos’un Gözyaşları, onun Ege coğrafyasını anlatan romanları. İkisi de Remzi Kitabevi’nden. Yaşadığım coğrafyanın 2000 yıl öncesinde, bir dost kalemiyle dolaşmak, elbette heyecanlandırıyor beni. Miletoslu Aspasia ile Milet, Didim Akbük’teydim. Ve Atina’da. Nannakos’un Gözyaşları’yla Bergama, Priene, Nyasa ve Afrodisyas’ta. İkisinde de “erimiş gün ışığın”nda yaşanan göksel aşklar var. İkisinde de ilkçağ kadar yalın ve doğal bir anlatım. Hele Nisa’nın (Nyasa) o bilge kadını! Kimse görmesin, kimse incinmesin diye yardımlarını, yoksula gecenin karanlığında ulaştırma inceliği!.. Sağ elin verdiğini sol elin görmediği.
Tanrıçanın Aşkı’yla bu kez Frigya’dayız. Ege’yi çok iyi biliriz de Frigya’yı bilenimiz pek azdır. Azra Erhat’ın Mitoloji Sözlüğü’nde bile Frigya, çok ama çok sınırlı bir yere sahip. Örneğin Attis’i bir madde olarak bulamıyorsunuz. Kibele’nin içinde iki üç cümle!
Tanrıçanın Aşkı, bir Frigya romanı. Bu kitabı okuduktan sonra bir de O’nun Frigya Öyküleri’ni okuyun; kurguyla mitolojik bilgi buluşup birbirini tamamlasın.
***
Tanrıçanın Aşkı, Attis’in karşılık görmeyen aşkının öyküsü. Attis, adını Kibele’nin sevgilisinden alıyor. Attis’in aşkına karşılık vermeyen Aura, romanın ikinci kahramanı. O, bir Galat kızı. Öykünün ana mekânı, Kibele kültünün tapınım özeği Pessinus. Pessinus, Sivrihisar’ın 20 km güneyinde, bir Frigya kenti. Dünün Bâlâhisar’ı, bugünün Ballıhisar’ı. Romanın ikinci ana mekânı Roma.
Attis, babasının takı işliğinde çalışan bir delikanlı. Varlıklı bir ailenin oğlu, Papias ile Nana’nın üçüncü çocuğu. Kendisinden büyük iki ablası var. Günü geldiğinde büyüğü Babeis, Dokameion’a (İscehisar); küçüğü Tateis, Apamia’ya (Dinar) gelin gitmiştir. Dokamaion, mor damarlı Attis mermerleriyle; Apameia, dokumalarıyla ünlü iki Frigya kenti. O kültürel varlık, binlerce yıl sonra, bugün de ürdürülüyor.
Attis, babasının işliğinde çalışan tasarım ustası bir yetenek. Özellikle fibula çizimleriyle… Aura’yı da bu işlikte tanıyor, dadısıyla birlikte. Düşlerini kurduğu kızdır Aura. Gördüğü günden sonra, Aura düşüyle yatıp kalkmaktadır artık.
Kibele törenlerinin kim kime dumduma kalabalığında, Aura’yla konuşma olanağı bulur. Yeni takı ve fibulalarla evine de gider. Kendi tasarımı, iki “a” harfinin yer aldığı o harika kolyeyle birlikte. Aşkını ilan eder, evlenmek istediğini söyler. Attis, gelecek düşleriyle, kendine yeni bir ev de yapar.
Ancak görüşmelerin ardı kesilir. Çaldığı kapı yüzüne kapanır. Bir gün öğrenir ki, Aura evlenip Apamia’ya gelin gitmiştir. Attis, gerçekle yüzleşmek için, Apamia’ya gider. O sevgili Aura, bir tüccar karısıdır artık
Aşka ve kadına küsen Attis, artık işinden ve Kibele Tapınağı’na hizmetten başka bir şey düşünmez.
Romanın bundan sonrası, kültürel açıdan daha da ilginçtir.
Roma Kartacalı Hannibal’in saldırıları altında bunalmaktadır. Biliciler, çareyi, Pessinus’un ana tanrıçasını Roma’ya getirmekte bulurlar.
Yola çıkan beş senatör, işbirlikçileri Bergama’dan aldıkları üç beş kişiyle Pessinus’un yolunu tutarlar. Uzun görüşmelerden sonra Pessinuslular, Kibele “karataş”ının, Kibele Rahibi’nin de bulunduğu bir heyetle, Roma’ya gönderilmesini uygun bulur. Roma’ya direnecek güçleri yoktur.
Yıl, MÖ 240. Kibele Karataşı yola çıkarılır. Bu bir öykü değil, tarihten bir sayfadır. Heyette Attis de vardır. Çünkü Latinceyi iyi bilmektedir. Heyet, Nakoleia, Aizani, Stratonikeia yolculuğu ve Bergama molasından sonra Aterneus (Dikili) limanına ulaşır.
Sonra o zorlu deniz yolculuğu başlar.
Gemi, Tiber Irmağı’na girdiğinde çamura saplanır. Bütün uğraşılara karşın, gemi, o bataklıktan çıkarılamaz.
Bir kez daha bilicilere başvurulur Gemiyi, bir kadın çekerek kurtarabilecektir. Anlı şanlı, soylu soplu nice kadın, gemiyi çekmeyi dener, başaramaz. Vesta Tapınağı’nın eski rahibesi Claudia da gemiyi çekmek ister. Ancak herkes, onun bu isteğine karşı çıkar. Çünkü yaşam tarzıyla, adı kötü kadına çıkmış biridir o.
Bu önyargılı yaklaşıma, Attis karşı şiddetle çıkar. Attis’in konuşmasının özü şudur: “Kimin iyi kötü olduğunu takdir etmek, kimsenin haddine düşmez. Roma’da kadınların geçmişine dönük sicil mi tutuluyor?”
Bu konuşma etkili olur; çünkü Attis konuktur, bütün umut da Kibele Karataşı’ndadır. Sonunda gemi bataklıktan kurtulur; Claudia da kötü adla anılmaktan… Attis, öngörüsüyle Roma’nın göz bebeğidir, herkesin kendisine saygı duyduğu kişidir.
Attis, saray sofrasındadır. Claudia’nın, derin bir sevgisine sahiptir. Roma’nın en ünlü takıcısı da dostudur…
Ancak onun biricik isteği, bir an önce Anadolu’ya, Pessinus’a dönmektir.
Dönüşte, Rodos’a da uğradıktan sonra Efes’te iner. Laodikya üzerinde Apameia’ya uğrar.
Ablasının evinde verilen bir ziyafette, sırrını, o derin yürek yarasını kimseye belli etmeden, karşısındaki Aura’ya, içini bir kez daha boşaltır.
Bundan sonraki yaşamını, işiyle, günlük tutmakla, Kibele Tapınağı’na hizmetle geçirir. Günü geldiğinde, günlüklerini, Kibele Tapınağı’nın arşivine bırakır.
***
Bir kitap değişik amaçlarla okunabilir. Öyküye kendinizi kaptırıp, ilkçağda bir aşk yolculuğuna çıkmak da var; kitaptaki mitolojik ayrıntıyla zenginleşmek de. İkisi de çok ama çok keyifli.
Mitolojik ayrıntılarla ilgili epeyce not aldım, İşte onlar. Gelin, şimdi de onlarla keyifli bir mitoloji yolculuğa çıkalım.
Önce Frigya ve Mitoloji:
Anadolu mitolojini bilmeden Grek mitolojini kavramak olası değildir. O halde hadi çevirelim yaprakları.
Toprak, üretendir, kadındır yani “Ma, Matar”. Matar, dünya dillerine Anadolu’nun armağanıdır; “ana”dır. “Anadolu, anavatan” sözcükleri biraz da bu bağlamda düşünülmelidir. “Topraktan geldik, toprağa gideceğiz.” bu coğrafyanın kültürdür.
Attis’i bir yaban domuzu öldürmüştür. Adonis’i de… O halde bir ozan olarak ben de şu dizeleri düşürebilirim şimdi: “Menekşenin moru / Attis’in kanıdır / Utancın değil”
Anadolu halkları, tanrıçalarının sevgililerini öldürdüğü için, domuz eti yemezler. Domuz eti yememe ritüelinin böyle bir kökü vardır. Ezop’un o: “Huzur içinde yenen yavan ekmek, endişe içinde yenen ziyafetten daha iyidir.” sözü bu nedenle daha da anlamlıdır.
Baharda, Ana tanrıça Kibele’nin sevgilisi Attis adına, dinsel şenlikler yapılır. Attis de Demeter gibi her ilkbaharda yaşama dönmektedir. Bu şenlikler, Nevruz’un bir benzeridir ve evrenseldir.
Anadolu’nun Ege kasabalarında sürdürülen “gencer” şenlikleri, Attis şenliklerinin bir devamıdır. Gencer, binlerce yıldır, bu coğrafyanın gençlerine, genç kız ve delikanlılarına tanınan özgürlüktür. Gencer, yaşlıların evlerinden çıkmayarak, gençlerin birbirlerini tanımaları, beğenmeleri, eş seçmeleri için özgür bıraktıkları gündür. Babadağ’da, Nazilli’de…
Ana tanrıca Kibele ile sevgilisi Attis’in kutsal ağaçları “çam”dır. Attis, erkekliğini Kibele’ye bir çam ağacı altında kurban etmiştir. Kibele törenlerinde çam ağacı süslenir. Noel’den çok ama çok önce; Noel’in gözü aydın.
Attis, bebekken Sakarya’nın sularına bırakılmıştır. Onu sazlıklar arasında bulan Kibele’dir. Hz. Musa öyküsüne ne çok benziyor. Onu Asiye büyütmüştü. Asiye, adını Asya’dan alıyor olmasın sakın?
Hem Kibele hem sonraki Anadolu tanrıçaları, taçlıdır. Kibele’nin tacını görmeden, en güzeli de Selanik Müzesi’ndedir, Afrodisyas Afroditi’nin başındaki tacı kavrayamazsınız. Dahası o taçlar, bizim analarımızın gelin taçlarına benzer.
Promete, ateşi, Hefaystos’un Limni adasındaki işliğinden çalar. O Limni, Mondros’yla Anadolu’nun başının derdidir; Troya’dan 1918’e!
Troya’da Anadolu’nun yanında olan barışçı Apollon, Yunan tanrıları arasına karıştıktan sonra iyice zalimleşir. Maryas’ın dersini yüzüdür, Midas’ın kulakları eşek kulaklarını da dönüştürür.
Çifte kaval, Anadolu’nun müzik aletidir. Apollon’la yarışma yürekliliğini gösterdiği için derisi yüzülen Dinarlı müzisyen Maryas’ın. Maryas’ın kabartmalarının yer aldığı o çifte kavallı sikkelerle alışveriş yapılan yerdir Frigya. Cebinizde bulunsun istemez misiniz?
Müzikte “Frig gamı” dediğimiz bir biçem (tarz) var. O müzik, bu bölgenin (Kütahya, Eskişehir…) türkülerinde varlığını hâlâ sürdürüyor. İsterseniz harlayan bir pınar başında, Kütahyalı bir Vehbi’den dinleyin.
Kurban ritüellerinin öyküsü, küçük ayrıntılar bir yana, hep birbirine benzer. İfigenya’ı gökten inen geyik, İsmail’i koç kurtarır. Eski Roma’da da kurban edilmek üzere olan Julia Luperca’yı, bıçağı kapıp götüren bir kartal. Kartal, o bıçağı otlayan bir düvenin üzerine bırakır. İşaret verilmiştir. O günden sonra artık sığır kurban edilecektir.
Kirazın anavatanı Anadolu’dur, Roma’ya MÖ 74’te götürülmüştür. Roma’nın Doğu Karadeniz seferiyle.
“Kördüğüm” sözcüğümüz, varıp Gordion’a çıkar; “Yerin kulağı vardır.” deyimimiz Midas’a…
Anadolu için tarım önemlidir. Bu nedenle Friglerde “öküz kesme”nin ve “saban kırma”nın cezası ölümdür.
Aristofanes’in Habrokomes ile Antheia’sı İlkçağ’ın en bilinen öyküsüdür. Yüceltilen bir karı-koca aşkıdır. Bu öyküyü Efesli de bilir, Afrodisyaslı da. Benzerlikleri nedeniyle Afrodiyaslı Khariton’un Ta Peri Khairean Kai Kallirhoen (Khaireas ve Kallirhoe Üzerine) adlı yapıtını özellikle anımsatmak isterim.
Galatlar, Kelt kökenli bir halk. Bütün azınlıklar gibi daha çok çalışan, içe kapalı bir toplum. Eskişehir, Ankara yöresinin dünkü yerlileri. Galatlar, Kelt kökenlidir. Anadolu halkları, birçok Önasya ve Avrupa halkıyla da akrabadır. Ey okur, hiç düşündüm mü, sen kimlerle akrabasın?
Dahası bu coğrafya, önce Emirdağlı Ezop’un, sonra Nasreddin Hoca’nın yurdudur. Hoca, Akşehirli midir, Sivrihisarlı mıdır orasını hâlâ bilemiyoruz.
Ve uzak coğrafya Roma:
Sicilya boğası, bir işkence aracıdır. İşkenceyle öldürülecek kişi, bronzdan yapılmış, içi boş bir boğanın içine kapatılır. Altta yakılan ateşle suçlu, bağıra bağıra can verir. Boğanın baş kısmı, öyle düzenlenmiştir ki, bağıran kişinin sesi, bir dana böğürtüsüne dönüşmektedir.. Bu boğayı tasarlatan Sicilya tiranı Falaris de bu broz boğa da can vermiştir. Giyotin de öyle…
Roma kenti adını, Troya kökenli Rhome adlı kadından alır. Roma da Anadolu’nun eski kentleri (Efes, Symirna, Laodikya, Afrodisyas…) gibi dişi kentlerden biridir.
“Sevgililer Günü”nün tarihi, bir sava göre Roma’da yapılan Lupercalia şenliklerine (13-15 Şubat) dayanır. O günlerde, Lupercus rahipleri, keçi derisinden yapılmış kırbaçlarıyla yolda karşılaştıkları kadınları kırbaçlarlar. Böylece kısır kadınlar gebe kalır, hamileler daha kolay doğurur.
Roma da İstanbul gibi yedi tepelidir. Palatinus, Capitolium, Aventinus, Caelius, Esquilinus, Viminalis, Quirinalis. Romulu. Roma’yı Palatinus Tepesi’nde kurmuştur. Romalı, İstanbul’u kendine boşuna ikinci yurt seçmemiştir.
Kibele’nin Karataşı da oradadır. Palatinus tepesindeki tapınakta.
Evet, Romalılar Anadolu’ya gelmeden, Anadolu Roma’dadır: “Ayneyas, Etrüskler, Kibele…” ile. O pek ünlü Kapitol Dişi Kurdu da bir Etrüsk eseridir.
Anadolu tanrıçası Afrodit, Roma’nın büyükannesidir.
***
Bu zenginlikleri bana yaşattığı için, “Islığımın Eskil Sesi” adlı şiirim, A. Semih Tulay’a sunulmuş bir sevgilemedir (ithaf). Miletli Aspasya adlı şiirimde de adı geçer: “Unutan unutsun / Afyonlu Semih unutmadı / Montevidolu Galeano da / Ey ülkenin kızı / Ben de unutmam seni / Asla!”
Siz de düşün, böyle zenginliklerin peşine, ve unutmayın!…
. * Tanrıçanın Aşkı – Bir Frigya Öyküsü, Ahmet Semih Tulay, Lilith Yayınevi 2018
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.