Tezli sanat, tezli roman beni oldum olası tedirgin etmiştir. Roman – sanat güzelduyusal eylemdir. Başat amacı güzelliktir. Kuşkusuz toplumsal sorumluluk duyumsatan, insanlık vicdanını boşlamayan bir güzelduyu eylemidir. İnsanlıktan sorumlu bir dil – sanat işçiliği demek de yanlış olmaz.
Tezli olmakla toplumsallık aynı değildir, özdeş değildir. Tez işin içine girdiğinde roman tez için kullanılmaya, sömürülmeye, araç kılınmaya başlanır. Roman teze kurban edilir.
Tez yazılacaksa, bunun türü bellidir: oturulur, bilimsel kitap yazılır, savlar ortaya konur, kanıtlanmaya çalışılır. Roman yazacaksanız iş değişir. Sanat – güzelduyu kaygısı en başa konmalıdır. Giderek tez gözetmek bile gerekmez; yanlıştır.
Türk yazınında tezli roman yazımını bir yere kadar doğal saymak gerekir. Cumhuriyetle birlikte varlık bulan, gelişim gösteren ve sorunları, gereksinimleri birikmiş bir halka seslenir oluşu tezliliğin kaynaklarındandır. Ne ki belirtildiği gibi bu durum ancak belli bir düzeye, ölçüye, dengeye değin benimsenebilir. Örneğin Yakup Kadri’nin tezli romanı bu ölçüyü iyi kurmuştur.
Türk yazınında en tezli romanların yazarı Kemal Tahir’dir. Her romanı olmasa da bazı romanları tümüyle tez üzerine kuruludur. “Bozkırdaki Çekirdek”i düşünelim. Bu “roman” köy enstitülerini karalama, kötüleme, giderek alaya alma amaçlı yazılmıştır. (Çekirdek olsa bozkır olmaz, falan…)
Buna göre köy enstitüleri totaliter yönetimin kurumudur. Tek tipçidir. Köy enstitülerinde köylülere angarya yaptırılmıştır; köylüler kötü koşullarda çalıştırılmıştır. Köylüler köyde ve var olan yönetilen konumlarında tutulmak istenmiş, köy enstitüleri bunun için açılmıştır…
Sözkonusu yaklaşım dolaylı da olsa diğer bazı yapıtlarını etkiler. “Devlet Ana”nın da koşutluk taşıdığı söylenebilir.
“Devlet Ana” yazarı olmakla “Bozkırdaki Çekirdek”teki “eleştiri”ler nasıl tutarlı sayılabilecek? Bu da ayrı bir sorun.
Bu tezin ve benzerlerinin (örneğin Attila İlhan’ın düşün yapıtları, bazı romanları) neresinden tutsanız elinizde kalır. Dolayısıyla böylesi yazınsal amaç güzelduyuya da ulaştırılamaz, olanaksızdır.
En az altı yüzyıl bilgisiz bırakılmış bir halkın ilk uyanış, bilimleniş olanağının başat kurumu köy enstitülerini baskı, eziyet yeri sayan bir “aydın” anlayışıyla yüz yüze kalmak toplum için en hafifiyle şanssızlıktır.
Kemal Tahir’i sağın sahiplenişi de anlamlıdır. (En azından yakın geçmişe kadar böyle bir gerçeklik yaşanmıştır.) Onun devlet yüceltisi, “Biz bize benzeriz” anlayışı, cumhuriyetle barışık olmayışı sağa çekici gelmiştir. Postmodernizmle Kenal Tahir anlayışının uzlaştırılamayacağını savlamak da çok güçtür.
Bugünlerde ise bir yeni “sol” Kemal Tahir sahiplenişine tanıklık ediliyor. Hem de devlet yüceltisinin övgüsü üzerinden yapılıyor.
Bu kesime “cımbızcılık”tan vazgeçip, yaklaşımlarını baştan gözden geçirmelerini salık veririm. Buna gereksinimleri var.
İyi niyetlerine hâlâ inanmak istiyorum!
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.