Usta Yazar M. Güner Demiray’la Yazın, Tarih, Gelecek Üzerine
Günay Güner – Sayın Güner Demiray, söyleşi isteğimizi kabul ettiğiniz için Telgrafhane Sanat dergisi olarak çok teşekkür ederiz, çok sağ olun. Türk yazınının en verimli ve nitelikli yazarlarındansınız. Yazın görüşünüz nedir? Neler söylersiniz?
M.Güner Demiray – İltifatınıza teşekkür ederim.
Türk yazınında bitek bir toprak gibi nice verimli, yetenekli usta yazın erleri var. Ben bu devlerin bir çırağıyım. Hep bir öğrenciyim ve öğrenci olarak kalacağım. Yazılarımı ve şiirlerimi üretirken “bu işlere yeni başlamak” duygusunu taşırım çok kez. Bu benim gerçeğim ve şaşmaz bir ilkem. Acemi bir kalfa heyecanı içinde yapıtımı titizlikle yaratmaya dururum. Kalemi elime aldığımda öğrenci kimliğimi giyinir, yaratım kapımı açarım.
Yazın (edebiyat) insan denilen varlığın temel yapısındaki güzelduyunun (estetiğin) sözlü ya da yazılı olarak yaşama yansımasıdır. Toplayıcılık ve klan toplumu döneminden bugünkü uzay çağına dek yazın hep vardı. Bu büyülü sanat, yaratıcılarının gücüyle evrimin getirdiği uygarlık aşamaları içinde basit ve sözlü gelenekten birleşiğe doğru bir kimliksel üslûp edinip olgunlaşarak yazılı ve sayısal (dijital) ortamlarda insana, topluma türlü duygularla güneşli düşünceleri, dramatik ve yaşamsal olayları bir estetik aydınlık sekisinde sunmuş ve sunmaya devam etmektedir.
O halde yazın insanlığın ilerici adımlarında üreyen devrimci bir hamlenin odak noktasıdır. Tarihsel bir bakışla söyleyecek olursak hem insanın gelişimini, hem uygarlığın atılımını körükleyen düşler, düşünceler, imgeler yumağıdır. Ulusla, toplumla, bireyle sosyolojik, psikolojik bağları vardır, öyle ki bu bağlar bu yapılarla, yaşamla ve gerçekle iç içedir. Bir bakıma şair ve yazarların olguları, olayları, aşkı, sevdayı, acıları, ağlatıları, yaşamda olan her şeyi ütopik bir kurguyla yoğurarak dilin büyüsüyle yeni bir gerçeklik yaratmasıdır yazın.
Bu nedenle yazın, insanın ve toplumun özgürleşmesinde, estetik inceliklerle uygarlık ufuklarına açılmasında önemli bir etkendir diyebiliriz. Demokratik sınıfsal mücadelede, bilincin ve vicdanın sesi olur. Örneğin: Bizim Köy, acı gerçeklerin değişimini, adil ve üstün bir yaşam isteğinin bilincini getirmiştir Anadolu köylü kesimine. Kendimizi bize göstermiş, yeni bir yazın çığırı açmıştır. Dr Jivago neler dememiş ki insanlığa! Gazap Üzümleri ne çetin dramlar yansıtmamış ki! Aragon, Nâzım Hikmet, Yaşar Kemal hakça yaşamın, aşkın, kalbin, bilincin, gerçekliğin sesi olmamışlar mı? Charles Baudelaire, Edgar Allen Poe bilinçdışılığın, düşlerin özgür evrenlerini dile getirip insanı daha bir gerçek kılmamışlar mı? Saymakla bitmez usta sanatçılar. Kısaca söylemek gerekirse yazın erleri yaşam yolunda devrimci soluklardır.
GG – Yazınımızın belli başlı yazarlarıyla dostluklarınız, giderek siyasa alanında tanıklıklarınızla ilgili anımsadıklarınızı anlatır mısınız?
MGD-1961 yılında Ankara’da MEB ve Ankara Radyosu işbirliğiyle Radyo ile Eğitim Merkezi açıldı. Daha 21 yaşındayım. Kırıkkale’nin bir köyünde çalışıyorum. O zamanlar MEB’in bakanı CHP’li Sayın İbrahim Öktem. MEB’den bir tanıdık benim hakkımda bakana bilgi vermiş, Radyo İle Eğitim Merkezine atanmam için ricada bulunmuş. Görevim de köylere yönelik eğitim ve kalkınma sorunları ve çözümleri konusunda radyo tiyatrosu ilkelerine uygun skeçler (radyo oyunları) yazmak ve böylece köylüyü uyandırmak. “Başaramazsam geldiğim yere geri gönderilmek” koşuluyla bu daireye atandım. O sırada Ankara Radyosunda yayın şefi olarak Turgut Özakman bulunuyordu. Bütün teks ve teypler onun denetiminden geçtikten sonra yayıma giriyordu. Başardım verilen görevi, radyo oyunlarım Türkiye çapında ilgiyle karşılandı. Artık Ankara’ya iyice yerleştim. O sırada Mahmut Makal’ın başında bulunduğu İmece dergisi çıkıyordu Ankara’da, bu dergide benim de yazı ve şiirlerim yayımlanıyordu. Bu nedenle İmece’nin yönetim yerine gittim -Ulus’ta Demir İşhanı Binası-, bizzat Mahmut Makal’la tanıştım. Sonra onunla içten dost ve ahbap oldum. Daha sonra Şair Hasan Hüseyin Kokmazgil’le tanıştım. Kızılırmak bakışlı bir mert insandı Hasan Hüseyin. Tepeden tırnağa Sivas kokardı. Rüzgârlı Sokak’ta bir siyasi dergide düzeltmendi. Sık sık giderdim ziyaretine. Sanat ve şiir üzerine söyleşirdik daha çok. Bazen birlikte Ulus lokantalarının birinde yemek yerdik. En çok sevdiğimiz tavuklu bulgur pilavı ve ayrandı. Zaman zaman da Kızılay’da tur atar, kültürel etkinliklere katılırdık. Diğer günler İmece’ye uğradığımda Ali Dündar, Dursun Akçam, Fakir Baykurt, Osman Bolulu ve Dursun Kut’la tanışmıştım. Ara sıra da Türkiye İşçi Partisi’ne giderdim. Orada Aslan Başer Kafaoğlu’yla tanıştım. İyi bir Marksist ve sosyalist iktisatçıydı. Halit Çelenk’i tanıdım. Halit Bey’in eşi çok değerli bir hanfendiydi. Bir gün Halit Bey beni yemeğe götürdü. Güzel bir kızı vardı.
Ben Kırıkkale’de görevli iken- o zaman İşçi Partisi taraftarıydım, galiba Atilla Tokatlıoğlu Kırıkkale’de bir iş için bulunuyordu, ben de o günlerde bir ara Ankara’ya gidecektim.- Parti ilgilisi benimle Aybar’a Parti sorunu hakkında bir haber gönderdi. Ben de bu haberi Ankara’da akşam üzeri makamında oturan Mehmet Ali Aybar’a ilettim. Teşekkür etti. Sonra da: ”Çok telaşlı ve heyecanlı bir delikanlısın,” dedi.
Ceyhun Atuf Kansu’yu 27 Mayıs sonrası tanıdım. Meclis yakınlarında bahçe içinde Refik Koraltan’ın oturduğu iki katlı villa gibi bir bina vardı. 27 Mayıs sonrası açılan Türk Kültür Derneği bu binadaydı. Bu dernek güzel bir dergi yayımlıyordu. Bu dergiyi yöneten ve derginin yazı kurulu başkanı Ceyhun Atuf Kansu idi. Bir gün “Dinlesin Zaman” adlı şiirimi alıp Derneğe geldim. Remzi İnanç da buradaydı ve arkadaşımdı. Şiiri yayımlanması için Remzi’ye verdim. O da: “Şiiri Ceyhun Bey’e okuruz, yayımlanır derse, şiiriniz dergiye girer,” dedi. O sırada Ceyhun Atuf Kansu geldi. Remzi tanıştırdı. Birtakım sorularla beni düşünce alanına çekmeye çalıştı Ceyhun Atuf. Daha sonra masanın başına geçince Remzi şiirimi önüne koydu, o da okudu içinden, Remzi de sesli okudu. Sonra “Dergiye girebilir,” dedi Ceyhun Atuf. O sırada çok sevinmiştim. Böylece çok sık gelip gitmemekle beraber Ceyhun Atuf’la da tanışmış oldum.
Siyasa ya da politika da bir sanattır aslında. Bir bakıma kendine özgü bir sanatçıdır politikacı. Bu kişilikte mutlaka çözücü bir yetenek, özveri, bilgi görgü, dürüstlük, deneyim ve yurtseverlik nitelikleri bulunmalıdır. Bu özelliklerin yanında “devlet adamı olma” gibi bir bilgelik, entelektüellik ve sezgi gücü gerekir. Ben yurdumda bütün bu özellikleri kapsayan Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek gösteririm. Atatürk’ü İnönü izler, sonra Mehmet Ali Aybar, Bülent Ecevit ve Demirel gelir. Bu kişilikler politik ve yönetme yetilerini yaptıklarıyla, eylemleriyle kanıtlamışlardır. Bana göre bunların dışında bakan düzeyinde beş altı kişi hariç kalburüstü bir politik kişilik hemen hemen yoktur diyebilirim.
Bir bakıma yaşama bakıştır siyasa. Bu nedenle yazar çizer, düşünür, filozof, sanatçı ve sanat da birer politik varlıktır. Bu bakımdan yaratılan yapıtlar resimden yazına dek öz yapısında politik bir felsefenin nektarını taşırlar.
GG – Günümüz yazın, yayın, dergi yaşamıyla ilgili düşünceleriniz nelerdir?
MGD – Günümüz olumlu yazın ve yayın yaşamı yanında, bilsin, bilmesin birçok kişi ve kuruluşlar sadece kâr amaçlı bir tutum içinde her şeye burnunu sokuyor. Ortam arapsaçı gibi. Her kafadan bir ses çıkıyor. Kapital ve reklam, değersizi değerli kılıyor ne yazık ki! Bazı kesimlerde yazın yaşamı, şiir grupları “cemaatleşmiş” gibi adeta. Bir yeni sanatçı ya da sanatında uzkişi (duayen) istese de o duvarı aşıp o ortama giremiyor. Bunu da gördük.
Öte yandan Aziz Nesin’in daha önce değindiği gibi ülkemizde beş kişiden altısı! şair?.. Daha çok şimdilerde kadın erkek emekli olan kişiler hemen şair ve yazarlığa soyunuyorlar. Bu uğraşılarını “bir vakit geçirme” anlayışı olarak değerlendiriyorlar.
Ama diğer yandan bu sanatın zorluğunu ve ciddiyetini anlayan, çok değerli yapıtlar veren genç, bilgili yetenekler, aydın, usta yazar ve şairler yazınımızı gün yüzüne çıkarıyor, çok güzel, düzeyli şiirler ,öyküler, romanlar, denemeler, araştırma ve inceleme yapıtları yazıyor ve kamuya sunuyorlar.
Çok dergi çıkıyor. Bu dergilerin çoğu tek kişinin buyruk ve komutasında. Oysa her dergide bir yazı kurulu olmalı. Kuruldan geçen düzeyli yazılar dergiye girmeli. Yaşar Nabi dönemi Varlık’ı gibi, Atatürk’ün eski Türk Dil Kurumu’nun dergisi Türk Dili gibi, Dil Derneği’nin yayımladığı Çağdaş Türk Dili gibi, yazı kurulu bulunan Eliz Edebiyat dergisi gibi.
Ne demeli, zaman en büyük yargıç.
GG – Türkçe üzerindeki aşındırıcı etkiler, giderek saldırılar sürüyor. Türkçenin bugünü ve geleceği için neler söylersiniz?
MGD – Türkçe kadim bir dildir. Bu “ses bayrağımız” Makedonya’dan Çin Denizine dek geniş bir coğrafyada konuşulmaktadır. Türkçe bugün dünyada konuşulan beşinci dildir.
Yeryüzünde 2796 dil konuşulmuş, bunlardan ancak 118’i devlet dili olabilmiştir. Türk toplumunun ilk temsilcisi olan Hunlar milattan önce tarih sahnesine çıktıkları zaman, Hun Türkçesi, devlet dili olarak kullanılıyordu. ( Bu konuda Çin kaynakları en güvenilir kaynaklardır. Ayrıca son yıllarda kurgan çalışmaları sonucu daha somut belgeler elde edilmiştir.)
Orhon Yazıtları şimdilik Türkçe’nin ilk yazılı metinleridir. Türk dili için büyük önem taşır.
Araplara Türkçe öğretmek için sözlük yazan bilginimiz Kaşgarlı Mahmut’tur. Karahanlıların devlet dili olan Türkçeyi Bağdatlı Araplara öğretmek amacıyla -Divan-ü Lûgat-it Türk’ü yazmıştır.
Yine Türkçe 1277’de Karamanoğlu Mehmet Bey’in buyrultusuyla Anadolu’da devlet dili durumuna yükselmiştir.
Selçuklular döneminde Farsça, Osmanlılar döneminde Farsça, Arapça, Türkçe sözcüklerden oluşan aşure Osmanlıca saray dili olarak resmilik kazanmıştır. Ama halk, anadili olan Türkçeyi hep konuşagelmiştir. Türkülerini, şiirlerini, kültürünü diliyle yaratmaya devam etmiştir.
Meşrutiyet anayasalarına “ resmi dil Türkçedir” maddesi konmakla birlikte, asıl Türkçe’nin özleşip gelişmesi, zenginleşmesi, çağdaş bir nitelik kazanması Mustafa Kemal Atatürk’ün başlattığı Dil Devrimiyle mümkün olmuştur.
Türkçe doğurgan bir dildir. Türetmeye en uygun bir yapıdadır. Bu bakımdan çağdaş uygarlığın tüm isterlerine yanıt verecek bir gelişim niteliğine sahiptir. Ve öyle de olmuştur. Atatürk’ün dediği gibi: “Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil bilinçle işlensin.” Evet, Türkçe bugün onun kurduğu Türk Dil Kurumu’nun içten ve bilimsel çalışmalarıyla bir uygarlık dili olduğunu kanıtlamıştır.
Ancak uygarlık yolunda ulusa çelme takan yobaz, gerici, tutucu ve dinci bir kesim var. Bu kesim aynı zamanda Türkçenin özleşip gelişmesine de engel olmaya çalışıyor sürekli.
Bir de dil bilincinden uzak Batı sevici birtakım kimlikler var. Bunlar Batı dillerinden, özellikle İngilizceden aldıkları kimi tamlama, terim ve sözcükleri Türkçe tümcelerin arasına yerleştirince büyük uzman orununa ulaştıklarını zannediyorlar.
Bütün bunlara karşın Atatürk Cumhuriyeti’nin temel devrimlerinden biri olan Dil Devrimi coşkun bir ırmak gibi engelleri silip süpürerek geleceğe doğru akışına devam ediyor ve edecektir.
GG – Çok sağ olun, var olun Sayın Demiray. Saygı ve sevgilerimizi sunar, esenlik dileriz.
MGD-Bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Saygıyla.
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.