YASAĞA KARŞI GÜLMEK
A.CELAL BİNZET
Umberto Eco “Gülün Adı”nı yazarken, ortaçağın dinsel bağnazlık anlayışından yola çıkarak bir roman kurgulamıştı. Günümüz düşün dünyasında yeni ufuklar açan önemli adlardan birisi o.
Göstergebilim alanındaki araştırmalarından hareketle, daha çok tarihin, adı geçen dönemi üzerine yaptığı bilimsel çalışmalarıyla tanınıyor.
Ortaçağ estetiği ile göndermelerde bulunduğu tarihsel kaynaklı romanlarının nasıl da geniş bir ilgi alanı yarattığı bilinen bir gerçek.
Bunlar içinde en çok tanınanı Gülün Adı’ydı kuşkusuz.
Bir manastırın küf ve nem kokulu karanlık koridorlarında dolaşan başrahipten, genç papazların kitaplıkta köşe bucak saklanmaları konunun özünü oluşturuyor.
Yasak kitapların gizlice okunmasından kuşkulanmakta haklıydı başrahip. Çünkü orada, sayfalar arasındaki kimi sözlerin dinin kör ilkelerini sarsacak nitelikte içeriğe sahip olduğu konusunda kesin inanca sahip.
Tüm varlığı sanal bir öte dünya masalı üzerine kurulmuş olan din görünüşte ağırbaşlıdır.
Din adamları oradaki cehennem betiminin korkutuculuğuna yaslanıp, insanlar üzerinde baskı geliştirerek onları yönetmenin kolaycılığına sığınır.
Yazar, tam da böyle bir noktadan hareket ediyor.
Romanın bir yerine konulmuş bir de kadın figürü var.
Masalın olmazsa olmazı.
Sonuçta, tarihteki köleci toplum döneminin ürünü dinler, aynı felsefeyi korku ve kadın üzerinden yürütmeyi sever. Çünkü ataerkil toplumdaki bilgisizlik düzeyini iyi bilen cin yöneticiler, ancak bu iki etmenin varlığı üzerinden kendi yaşam alanlarını zenginleştirebilirler.
Birisi, sonsuz ateş korkusuyla insanlar üzerinde egemenlik kurma düşüncesi.
Öteki, bu dünyada yalnızca erkekler için var edildiğine inanılmış bir zevk nesnesi olarak kadın imgesini gündemde tutmak. Sorgulamadan yönetmenin en kestirme yolu, korku ortamını sürekli kılmaktan geçiyor. Manastırdaki başrahibin okunmasını yasakladığı kitap böylesi bir içeriğe sahip. .
Ortadoğu’dan kaçarak Avrupa anakarası üzerine bir karabasan gibi çöken Hıristiyanlık, içinde doğup geldiği topraklardaki düşünce yapısını baskın kılmak amacıyla Antik Çağ’ın tüm düşün ürünü kitaplarını yok etmeye başladı. Yalnız onlarla yetinmeyen bağnazlık, heykelleri ve daha da ileri giderek kendine karşı çıkan düşünürleri ortadan kaldıracaktı. Bu amaçla sayısız insanın yaşamı sonlandırıldı.
Kör inancın kirli yüzüydü bu.
Kanlı ve acımasız bir süreç.
Din adamlarının okunmasından korktukları kitap hangisiydi öyleyse?
Aristoteles tarafından yazılmış “Poetika”yı biliyoruz.
Bugün elimizde birçok bölümü yitik olarak bulunuyorsa, ortaçağ din adamlarının kitabın bazı yerlerini yok etmesindendir. Ortadan kaldırılan bölümün gülme eylemiyle bağlantılı olduğunu kaynaklar yazıyor. Böylesine bir saldırıya uğramasının gerisinde nasıl bir anlayış, bir dünya görüşü yatıyor? Ortada çok boyutlu bir sorunun yer aldığı kuşku götürmüyor.
Henri Bergson (1859-1941) yirminci yüzyılın hemen başında yazdığı “Gülme” adlı yapıtında düşünsel açıdan enine boyuna incelediği dışavurumun nerelere uzandığını anlatır okuruna. Bilinir ki sözkonusu eylem, insanda korkuyu öteleyen önemli bir yapıya sahip.
Dahası, yaratıcı eylemin kapılarını aralayıp yaşam coşkusunu yeşerten bir yanı da bulunuyor. Böyle olunca korku imparatorluğunun bekçileri ondan çekinecekler elbette. Din adamları ile din tacirlerinin sürekli olarak bağırıp cezalandırmalarının gerisinde yatan kaygı yalanlarının açığa çıkmasıdır. Hep baskın çıkma çabasının nedeni yalnızca bu. Onların kitabında tartışmaya yer yoktur.
Köleci dönemden gelen anlayışın etkisiyle tek otorite kendileridir. Tek yanlı, tek bakışlı ve mutlak egemenlik üzerine yapılandırılmış bir yaşam uydurmacası onlarınki.
Yaratıcılığın coşkusunu durdurarak, kendi tekellerinde bulunan öte dünya söylemleriyle korkuya dayalı bir gelecek kurgulamanın en kolay yolu gülmeyi yasaklamak.
Yasağa karşı durmanın ilk yolu da Antik Çağ’dan başlayıp günümüze değin uzanan düşüncenin somutlaşmış örneklerini yeni baştan ele almaktan geçiyor.
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.