TAHSİN ŞİMŞEK
YAŞAM VE ŞİİR ÖNCE KADIN DEĞİL MİDİR?
2 Mart 2017. Nazilli Devlet Hastanesi ameliyathanenin önündeki bekleme salonundayım. Eşim ameliyatta. Gözüm bilgi panosunda. Saptayabildiğim kadarıyla 9.45-12.15 arasında on kişi ameliyat oldu. Bu on kişiden yalnızca biri erkek.
Ortopedi Servisi’nin ikisi özel, onu birden çok yataklı 12 hasta odası var. Hiç boş yatak yok. Yatanların, üçü beşi dışında hepsi kadın. Niye?
Olanak buldukça hastalarla da refakatçilerle de konuştum. Kadın, yaşamın dışında. Kadınlarımız, mutfakla yatak odası, fiskos masasıyla “evlenme programları” arasına sıkışıp kalmış / sıkıştırılmış durumda. Böylesi bir yaşam kadınlarımızı, İster istemez hareketsiz yapıyor, pasta-kurabiyeye mahkûm ediyor. Artık daha tombullar.
Kadının sokakta yeri yok. Sokağa çıkan için kullanılan en hafif niteleme: haspa… Onlar, hâlâ yaşamın “saçı uzun aklı kısa”ları, “eksik etek”leri; ya da Düttürü Leyla’sı, Zilli Zarife’si… Evin “kaşık düşmanı”…
Bu ülkede “Oğlananası” köyü var. Peki, “Kızanası” köyünü düşünebilmek olası mı?
Karamürsel’den İznik’e giderken gördüğüm “Valide, Kızderbent, Hayriye” bu olgunun dışında öyle güzel bir ayrıklık ki!… Keşke daha çok olsalar.
Göçebe ve ataerkil kültürün din soslu somutlamaları olan atasözleri ve deyimlerimizde
inandırıcılık, uzsözlülük (belagat) arayanlardan hep kuşku duydum. Argomuz da tepeden tırnağa cinsiyetçi. Argonun da küfrün de vazgeçilmezi, yaşamın dışına itilip olabildiğince edilginleştirdiğimiz kadın. Hadi somutlaştıralım:
Ana bir bacı iki; …..
At besle, avrat besleme.
Avradın kazdığı kuyudan su çıkmaz.
Avrattan vefa, zehirden şifa.
Başında bez olsun, isterse yüz olsun.
Beş tavuğa bir horoz yeter.
Elinin hamuruyla erkek işine karışma.
Erkeğin nefsi birdir, kadının dokuz.
Geçti güzellik çağı, kırıldı uçkurun bağı.
Kadın şerri, şeytan şerrine eşittir.
Kızı kendi başına bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya gider.
Kızını dövmeyen dizini döver.
Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün.
Bu itilmiş kakılmışlığı, dışlanmışlığı, Hulki Aktunç’un “Büyük Argo Sözlüğü”nde de Filiz Bingölçe’nin “Kadın Argosu Sözlüğü”nde de görebilirsiniz.
İyi ki yaşamımızda “Kız Kulesi” var da “Oğlan Kulesi” yok. Olsaydı, inanın o eğretilemeyle (metafor) erkek azgınlığı bir kat daha artardı.
Elbette olumlu bakış açısıyla ortaya konmuş çalışmalar da var. Yılmaz Özdil’in Kadın’ı, Eduardo Galeno’nun Kadınlar’ı. Gülsüm Cengiz’in “Kadınlar İçin Söylenmiştir”i… Gülsüm Cengiz’in çalışması, 648 sayfalık yetkin bir inceleme ve derleme. Kadına, özellikle emekçi kadına yakışan bir güzelleme.
Keşke erkekler de kadınlar gibi aynaya daha çok baksalar / bakabilseler. Aynaya, pardon yaşama düşen o “kekre”yi görseler / görebilseler: “ERKEK – KEKRE”. Belki o zaman yaşadığımız bu kekreliği gidermek daha kolay hale gelirdi. Ah Metin Eloğlu, sözün burasında o senin “Zampok eyin pi?” naniğini anımsamamak olası mı?
Peki, aynaya baksalar, gerçekten görürler mi? Böyle bir çabayı göze alabilirler mi? O denli kolay değil. Çünkü ne yazık ki her erkek, “adam” değil. Bu dünyada, başı dönmüş bir arzuyla “yakınlık-ilgi” (sempati) bekleyen çok; ne var ki “eşduyum”un (empati) ne olduğunu bilen neredeyse hiç yok. Oysa çabalamak gerek.
“Irak’ta Ana Olmak” şiirim, böyle bir eşduyum çabasının ürünüydü. Yalnızca I. Bölüm’ünü sizinle paylaşmak istiyorum:
Dinleyerek çoğaldım hep
Rahmimde atan yürekle
Adam gibi çarpan bir sevdada
Çiçeğe durdukça tepeden tırnağa
‘Doğ’maktan doğurgan
bu nardenk doğa
Bedenimi çoğaltırım
Narçiçeği göğüslerimde
“Bin Bir Gece” bir ömür
Tomurcuklandı düğme düğme
“Gök”ten göğüs olan
bu nareng meme
Kültür emzirdim hep
Asma bahçelerinde
Önce şiire yakıştım
Dizeler döşendikçe diz dize
“Sev”mekten sevecen
bu narcil gövde[1]
Evet, her insanda, öteki cinsiyet bastırılmış olarak vardır. Erkekler, bu tümceme belki efelenecekler, “xy” kromozomu taşıdıklarını hiç umursamayacaklar, hatta “hadi ordan”la da yetinmeyip işi daha da ileriye götüreceklerdir. Önemli olan “Kışkırtılmış erkeklik, bastırılmış kadınlık” olgusunu ortaya çıkarmadan, bir yaşam kurgulamayı başarabilmektir. Bunun tek koşulu vardır, o da “t.şaklı kadın” ya da “karı kılıklı adam” olmaya öykünmemek. Çıkış, sözcüklerde değil elbette, eylemde. Yani feminizm düşlerinde, salt mor ya da kızılötesinde değil; emeğin 8 Mart’larda somutlaşan gücünde…
O gücü kullanmak kolay mı diyeceksiniz. Haklısınız. 8 Mart’ları da saldırının bin bir çeşidiyle, o da olmazsa, bibergazıyla farklı kutlamanın yolunu bir biçimde bulduk(!). İşte 2017’nin 8 Mart manzaralarından ikisi: Üstelik adı “Bilgi” olan bir üniversitede bıçaklı kişiler, stant açan kadın öğrencilere “tekbir”lerle saldırdı. / Kocaeli’de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü yürüyüşüne, polis müdahale etti, 39 kişi gözaltına alındı.
Ne yazık ki hızla Ortadoğululaşıyoruz. Bu ülkede, erkeklerin ancak evet ancak “üçte bir”i, kadınların çalışmasına, emeğe katılmasına olumlu bakıyor. Etkin iş gücümüzün % 73’ü erkek, % 27’si kadın. Kadınları kayıt dışı çok çalıştırıp az ödemek de ekonomik mucizemiz!
2016’da 328 kadın cinayeti işlendi. Cinsel istismar ve kadına saldırı, artık doğal karşılanıyor. Saldırı her yerde; evlerde, kurslarda, otobüslerde, parklarda… Engellilere bile rahat yok!…
Evet, kadınlar, Mucize Özünal’ın eğretilemesiyle “Kullanılmış Hayat”ın o Yesemekli kadınları olmaktan; yani kendi dünyalarına kapanan, kendi özel dillerine sığınan kadınları olmaktan bir an önce kurtulmalı. Ve “Kadınlar Ağıtlarla Konuşur”[2] dedirtmemenin savaşını vermeli.
O halde Leyla Erbil, Ayla Kutlu, Nursel Duruel, İnci Aral, Mucize Özünal, Zehra Ünüvar, Lütfiye Aydın’ın (…) öykülerini ya da romanlarını okuyun. Onlarda çarpan yüreğin sesine kulak verin. İnanın, yüreğiniz daha düzenli atacak, yaşama daha sağlıklı bakacaksınız. İçten, sevecen, sıcak, duru… Okudukça göreceksiniz, kapınızı şiir çalacak, gülen bir göz sizi esenleyecek; dahası “Ruh Üşümesi”nden de kurtulacaksınız…
***
“Ruh Üşümesi”nden kurtulacaksak, hadi, yaşam ve şiir yolculuğumuzu, ozan kadınlarımızdan seçtiğimiz dizelerle sürdürelim:
“aşk iledir / güle gün vurmasındaki aydınlık / rengine boyanması canın / tut ki gözlerinin rengine // o, yaratmayı bilendir / yaş ağaçtan size ateş çıkarandır // dudaklarından yol sora sora / gözlerin suların aynası” Nuran Hariri (1931) – Bin Can İle
“Hüznümle vedalaşmayı / bana öğretmediler / yüzümde eğri kalmış gülümseme / Görünmez kaldı kendi diktiğim / Bana giydirdikleri gömleği gösterdim” Gülten Akın (1933-2015) – Beni Sorarsan
“Yaşarım / bütün kadınların yaşadığını / günlerin tozunu alıp / sevinci fırçalarım. / Dikiş diker, / örgü örerim bazen / hoşlanırım / yaralı bir şey üretmekten / şiir yazarım…” Gülsüm Cengiz (1949) – Mayısta Üzgün Gönlüm
“ben kadınım / hani bildiğiniz / ve de bilmediğiniz / kimi şeytan, kimi melek / kimi çiçek, kimi koyun / etinden sütünden ve derisinden / al nakışlı gömlek edip giyindiğiniz” Ayten Mutlu (1952) – Seni Özledim
“Anların anı olduğu yerden geliyorum / şimdi orda gecedir / aynı daldan kaç kez düştüm / ah! bu hazan tekrarıdır hüznümün yine / kendimi öteki sandım, beriki sandım / oysa yine herkes kendisine gebe” Arife Kalender (1954) – Dil Altı
“benim kadınlarım biraz ben, biraz anam kokulu / sözü, söylenceleri, onuru, direnci yaratandı(r)lar / kurşunların kıtlığın infazların kenarında tuttum ellerini / baktım, eksik dediklerimden çoğaldılar / onlar uysal bir ateşten sağılan kehribar kordular” Bilsen Başaran (1954) – Tökezleme Taşları
“Ne eklesem ucuna yetmiyor hatıraların / Hangi aşk yarım kalmış ki / Bir hançer çekildiyse kalbimizden / Deli serçe serinliği uçtuysa göğe / Hangi aşk boşa çalınmış dudağımızdan” Yelda Karataş (1954) – Afrodisyas Sanat, sayı: 6
“buraları serin diyorsun / rüzgârı kırıp / göğün ortasına açılalım / uzun bacaklı ağaçlarımızla / güneşin karnını oyalım” Süheyla Taşçıer (1958) – Tenimin Altındaki Tanrıçalar
“gitmekse gidelim Rahime, hayat hiç kimseyi / beklemiyor köşe başında savrula savrula / bir rüzgâr olsun eteğimizde aşk / ateşi giyinelim // bir; ölü anneler için / iki; kız oğlan kız çocuklar / hayatla üç kez sevişelim Rahime // üçüncüde kızıl bir nehrin / saçlarını çözelim” Çiğdem Sezer (1960) – Kalbimin Kuzey Kapısı Trabzon
“Durup durup geçmesin içinden ağlamak / Dur, neden ağlıyorsun can’ım / yetmez mi ikimize bir sağnak” Birhan Keskin (1963) – Ba
“Çığlık çığlığa kuşlar / Vadiye doluşunca / Anne oldum / Seviştim bir adamla” Bejan Matur (1968) – Rüzgâr Dolu Konaklar
“Geçkin düşlerle soldu ahşap düşleri / Eski bir telaşın dinmez sancısıyla / Ağlardı annem gülmek gibi dururken / Küçülür incelirdi aya baktıkça / – Annem balkıyan bir gül gülümsemesi” Gonca Özmen (1982) – Belki Sessiz
“imgeler eskitirim günden geceye / içimin sözleri bir ağaçkakan ordusu” Özge Sönmez (1982) – Afrodisyas Sanat, sayı: 47
Ben, bu dizelerde yakamozlar hareleyen bir imbat esintisi hissettim.
Bu Yeniortaçağ’da, kadını “kehribar kor” olarak değil de “sağmal inek” görenler dünyasında, buna gerçekten gereksinimimiz var. Yoksa daha çok Ortadoğululaşacağız.
[1] Sevgilim Şiir – Tahsin Şimşek (sayfa: 7), Afrodisyas Sanat Yayınları 2007
[2] Kadınlar Ağıtlarla Konuşur, Tahsin Şimşek; Beşparmak 133. Sayı Mayıs-Haziran 2006 , Olay (Londra) 22-26-29 Eylül 2006, Aydınlanma Yolunda İmece 30. Sayı Nisan 2010
telgrafhanesanat
Yorum Kapalı.