A.Tarık Emre
Yaşlı Kadın ile Kedi
Her yıl mayıs ayının sonlarına doğru yaşlı kadının gelini Neriman, kahvaltıdan sonra güneş alması için kayınvalidesini balkona çıkarırdı. Sallanan koltuğa oturtur, eline de çıngırağı tutuştururdu.
Mayıs yine gelmişti. Kayınvalidesini balkona çıkaran Neriman, çıngırağı göstererek gayet saygılı bir sesle, “Bir şeye ihtiyacınız olduğunda bunu sallayın, olur mu?” dedi.
Yaşlı kadın arkasına yaslandı, gözlerini kapadı ve yaşadığı bu yerin eski görüntüsünü anımsamaya çalıştı. Çok değişmişti burası çok! Sokak otuz yıl öncesine kadar hep iki katlı bahçeli evlerle doluydu. Şimdi ise kala kala iki ev kalmıştı; biri oturdukları ev, diğeri de metruk; yıkılmayı bekleyen, sokağın başındaki ev. Sokağın en eski evi ise apartman yapılmak üzere birkaç ay önce yerle bir edilmişti.
Birdenbire balkonun önündeki ağaca şimşek hızıyla bir kedi tırmandı. Hayvancağız çok korkmuştu, gözleri fal taşı gibi parlamaktaydı. Evin önündeki kaldırımdan köpek havlamaları geliyordu. Yaşlı kadın çıngırağı salladı.
“Ne istemiştiniz, anneciğim?” diye sordu Neriman.
“Torunumun bebeklikten kalma yatağı duruyor mu Neriman?”
Neriman şaşırdı, “Yatağı söküp bodrumdaki küçük odaya kaldırmıştık. Artık kullanmıyoruz ki, Taner kocaman delikanlı oldu. Niçin sormuştunuz?” dedi.
“Şu kediciği görüyor musun? Bak nasıl da korkmuş. O yatağın parmaklığını, balkon demirinden ağaca doğru uzattık mı, hayvancık gelir yanıma bana yoldaş olur.”
“Ben bodruma bakayım acaba yatağın parçaları hâlâ orada mı?” diyen Neriman yaşlı kadının yanından ayrıldı. Doğruca bodruma inmedi, eşi Cengiz’e telefon edip yaşlı kadının söylediğini aktardı.
Cengiz, “Tamirci Mehmet’i ara, icabına baksın. Annem kırk yılda bir şey istemiş…” diye yol gösterdi.
Neriman sıkıntılı bir sesle, “Sakın yanlış anlama Cengiz; yüksündüğüm falan yok.” diye açıklamak zorunda kaldı.
Cengiz, “Önemli değil tatlım. Kedinin balkona geleceğini hiç sanmam, kaçar gider. Diyelim ki geldi, sadece balkonda tutarız olur biter. Hem şu bakıcı kadın memleketinden bir dönsün, senin yükün de iyice hafifleyecek. İşim var canım, kapatıyorum.” dedi.
“Evet, haber verecekti güya ama aramıyor bir türlü.” diye bıkkın bir sesle kendi kendine konuştu Neriman.
Neriman tamirci Mehmet’i tam arayacakken cep telefonu bir kere çaldı ve sustu. Arayan bakıcı kadın Marta’ydı. Böyle bir durumda Neriman hemen Marta’yı arayacaktı.
Marta, “Neriman Hanım, problem çıktı gelmeyecek ben. Arayın acenteyi bulsunlar başka kadın” dedi ve kapattı.
Neriman söylendi, acenteyi aradı ama cevap veren olmadı. Bu aralar bakıcı kadınlara talep arttığından acentelerin nazlandığını duymuştu. Kocası Cengiz hallederdi nasıl olsa.
Tamirci Mehmet’i aradı. Adam çırağını alıp geldi, eski yatağın parmaklığını bir güzel balkon korkuluğuna tutturdu, çırak da ağaca çıkıp kalın bir dalın üstüne parmaklığın diğer ucunu vidaladı. Mehmet ve çırağı çalışırken kedi ağacın en tepesine kadar çıkmış, sesini çıkartmadan bekliyordu. Sonunda kedinin köprüsü kuruldu. Yaşlı kadın başladı kediyi çağırmaya.
“Neriman eski bir tasa veya ne bileyim bir yoğurt kabına biraz süt koy sana zahmet. Belki o zaman gelir kedicik yanıma.” dedi.
Neriman tamirci Mehmet’in parasını ödedi, mutfağa gitti, yıllardır kullanmadıkları eski bir çanağın içine koyduğu sütü getirdi, balkonun köşesine bıraktı. Yaşlı kadın kediye seslendi.
“Haydi evladım gel, bak ablan sana süt getirdi. Yoksa hep o ağacın tepesinde mi duracaksın?”
Üst dallardan aşağı inen kedi kendisi için yapılan tahta köprüden geçti, balkona atladı ve sütü iştahla içmeye başladı. Sütü çabucak bitirdi, güneş alan bir yere uzandı, bir müddet yalanıp temizlendi. Hemen sonra yalanmayı bırakıp doğruldu. Kuyruğunu havaya dikip yaşlı kadının bacaklarına sürtünmeye başladı.
Yaşlı kadın gözlerini ayırmadan kediye baktı, “Sen ne tatlı şeysin öyle. Dur bak sana neler anlatacağım!” dedi.
Kedi söylenenleri anlamış gibi yaşlı kadının ayaklarının dibine oturdu. Sanki anlatılacakları yakından duymak istiyordu.
“Küçük kedicik, sen olsan olsan bir yaşındasındır. Üç renkli olduğuna göre dişisin. Yakında erkek kediler etrafında dolanacaklar, peşinden koşturacaklar. Halbuki eskiden öyle miydi? Sadece mart ayına doğru kızışırdınız, belki bir de yaz bitiminde. Şimdi yavrusunu emziren kedilere bile sarkıntılık ediyor o erkek kediler. Demin seni kovalayan köpekler var ya, aslında onların hiç kabahati yok. Hayvan beslemesini bilmeyenler, zavallıcıkları daha yavruyken biraz sevmişler, sonra hepsini bırakmışlar sokağa. Onlar da işte böyle saldırgan olmuşlar. Eskiden hiç olmazdı böyle şeyler.” dedi, çıngırağı salladı.
“Neriman kızım, güneş çekildi. Ben biraz odamda dinleneyim. Kedi balkonda kalsın. Şu karşıdaki markette hazır mama satıyorlar, gidip alıver bir zahmet. Hayvan acıkırsa verirsin.”
“Peki.” dedi Neriman.
“Kediye aşı yaptırmak lazım. Cengiz’e söyle de şirketin köpeklerine bakan veterinerle konuşsun. Ha bir de, kedinin uzandığı yere eski bir örtü seriver sana zahmet.”
“Olur, söylerim.” dedi Neriman. Kedileri sevmezdi fazla; aslında korkar ve çekinirdi onlardan. Kayınvalidesinin hatırına katlanacaktı…
***
Akşama doğru Cengiz eve geldi.
“Günün nasıl geçti, Neriman?” diye sordu. Eşinin yanıtını beklemeden, “Taner geldi şirkete, dönüşte onu kursa bıraktım.” diye ekledi.
Neriman kinayeli bir sesle, “Sana bir iyi bir de kötü haberim var, Cengiz. Önce iyi olanı söyleyeyim. Bir kedimiz var artık!” dedi.
Cengiz şaşırdı, “Cidden mi? Ben kedi kaçar gider zannetmiştim. Kalsın o zaman balkonda” diye karşılık verdi.
“Annem çok güzel anlaştı onunla. Kötü haber ise Marta gelmeyecekmiş. Acenteyi aradım fakat hiç kimse tenezzül edip telefonu açmadı. Hepsinin burnu büyümüş” diye homurdandı.
“Meraklanma hallederim ben” dedi Cengiz.
***
Ertesi gün yaşlı kadın yine balkondaydı. Kadının sesini duyan kedi yine aynı çeviklikle ağaca tırmandı, tahta köprüden geçip balkona atladı. Sütünü içti, kuru mamasından yedi. Yeni serilmiş eski kilim parçasının üstüne uzandı. Başladı yaşlı kadını izlemeye. Sanki kadını dinlemek ister gibi bir hali vardı.
“Bak kedicik! Aslında sana bir isim koymak lazım. Buldum, Fahriye olsun senin adın. İlkokulda Fahriye isminde bir arkadaşım vardı. Aynı senin gibi hem birazcık ürkek ama bir o kadar da sokulgandı. Hayattaysa eğer bana darılmasın onu bir hayvancağıza benzettim diye.
Yaşlı kadın konuşmasını sürdürdü, “Sana bir şey diyeyim mi, Fahriye? Kötü olan sizler değilsiniz, insan olan bizler çok kötüyüz. Bizden beter hiçbir yaratık yoktur. İşte bunun için ilkokul arkadaşım bana gücenmemeli.”
O sırada sokağa birkaç köpek geldi, sağa sola atılmış çöp torbalarını karıştırmaya başladı. Fahriye seslerini duydu, balkonun ucuna gidip kaldırımdaki çöpleri eşeleyen köpeklere tısladı.
“Görüyor musun şu rezaleti, Fahriye! Çöplerin toplanma saati var. Fakat dinleyen kim? Önümüz yaz, çöplerden pis pis kokular yayılacak, sinekler de cabası. Eskinin insanı çöpleri böyle gelişigüzel oraya buraya atmazdı.”
Fahriye eski kilim parçasının üstüne yayıldı sonra da iyice tortop oldu, derin bir uykuya daldı.
Yaşlı kadın Fahriye’ye baktı, gülümsedi, “Sen uyu istediğin gibi ama ben yine de anlatacağım. Sen buraları benim zamanımda bir görecektin. Her taraf bağ, bahçe ve bostandı. Bizim karşımızda Arnavut iki kardeş vardı en güzel sebzeyi onlar yetiştirirdi. Şu arkada yüksek yüksek binaların bulunduğu yer koruluktu; küçük bir orman yani. Senin tırmandığın şu ağaç oradakilerin yanında cüce kalırdı. Senin hiç tanımadığın tilki, tavşan, kirpi, sansar, kaplumbağa, sincap, gelincik dediğimiz canlılar vardı; etraf kuş cıvıltısından geçilmezdi. Geceleri baykuşlar, kukumavlar… Sonra ne olduysa, günün birinde belediyeden görevliler geldi; ağaçları budadılar ama ne budama! Kısa sürede bütün ağaçlar kurudu gitti. Arkasından iş makineleri gelip bir zamanlar ağaçların yükseldiği toprağı kazıp attı ve o gördüğün dev binalar yükseldi. O çok katlı binalar yüzünden bizim arka bahçe güneş görmez oldu. İşte bu yüzden hiç bahçeye inmiyorum. Belediye başkanlarına yaptığımız itirazlar hep havada kaldı. Mahkeme kararlarını hiç kimseye dinletemedik.”
Yaşlı kadın anlatmaya devam edecekti ama yoldan gelen sesleri duyunca durdu. Fahriye de uyandı, kulaklarını dikti. Trafik tıkanmıştı çünkü ters yöne giren arabanın sürücüsü yoluna devam etmek istiyordu. Hışımla arabasından inen bir taksi şoförü duruma müdahale etti. Küfürleşmeler, itiş kakış ve yumruklaşmalardan sonra araya girenler iki sürücüyü yatıştırdılar.
“Bundan altmış küsur yıl önce, ben bu eve geldiğimde yirmi bir yaşımdaydım, Fahriye. Burası henüz bitmişti, evlenir evlenmez taşınmıştık. Araba desen yok denecek kadar azdı. Böyle kavgalar, kaldırımlara park etmeler falan yoktu” diye anlatmayı sürdürdü yaşlı kadın. Fahriye yine aynı yere uzanıp uykuya dalmıştı bile.
Çıngırağı sallar sallamaz Neriman geldi ve yaşlı kadını odasına götürdü. Fahriye de az sonra dolaşmak için bahçeye indi. Köpekler yoktu. Onlar zaten ya sabahları insanlar kahvaltı ettikten sonra ya da gecenin geç saatlerinde geliyorlardı. Fakat erkek kediler vardı ve hemen Fahriye’yi gördüler, sokağın başındaki o metruk evin arka bahçesindeki kırık dökük kömürlüğün içine kadar kovaladılar, kıstırdılar…
Fahriye’nin canı yanmıştı. Neler olduğunu hiç anlamamıştı. Erkek kediler niye böyle bir şey yapmışlardı? Kendisinin bu yönde bir isteği yoktu ki…
Daha sonraki günlerde aşağı inip dolaşmaya çıktığında erkek kediler Fahriye’yle hiç ilgilenmediler. Bir zaman sonra ağaca çıkmak eskisi kadar kolay olmadı Fahriye için, ağırlaşıyordu…
Ağustosun ikinci haftasında balkona çıkan yaşlı kadınla, Neriman’ı bir sürpriz bekliyordu. Fahriye yavrulamıştı; iki erkek, bir dişi. Yavrular hemencecik büyüdü, üçüne de birer sahip bulundu, Fahriye kısırlaştırıldı.
***
“Anneciğim, Marta gittiğinden beri sana üç bakıcı kadın bulduk; hiçbirini beğendiremedik. Bari bugün geleni kabul et. Bizim şirketin proje müdürü Talat’ın annesine bakmış bir süre, çok memnun kalmışlar.” diyen Cengiz annesine dil döküyor, adeta yalvarıyordu.
“Cengiz oğlum! Marta hiç değilse Türkçeyi birazcık öğrenmişti. O gelenler bir kelime bile Türkçe bilmiyorlardı. İhtiyacım yok benim artık bakıcı kadına falan. Talatlar madem çok memnundular, niye bırakmışlar kadını?”
Cengiz kendini çok çaresiz hissetti, ümitsiz bir ifadeyle, “Talat’ın annesi, kızının yanına İngiltere’ye gitti de ondan. Bakıcı kadına vize çıkmadı, yoksa onu da götüreceklerdi. Neyse sen inadından vazgeç de şu kadını bir gör” dedi
“Hayır görmek istemiyorum. Görünce ne olacak? Hele o son gelen, sapsarı saçlı olanı gördüm de ne oldu? Sana da daha bıyıkları yeni terleyen Taner’e de kur yapıp durdu.”
“Anne bırak Allahını seversen. Nereden çıkarıyorsun bütün bunları?”
“Yoksa, Neriman’a yük mü oluyorum?” diye sordu yaşlı kadın.
Konuşmaları mutfaktan duyan Neriman, kayınvalidesi ve kocasının bulunduğu odaya geldi, üzüntülü bir sesle, “Hayır, anneciğim. Siz rahat edin diye istiyoruz bakıcı kadını” dedi.
“Daha elden ayaktan düşmedim. Sayenizde rahatım yerinde, çok şükür. Ayrıca şu Fahriye’nin gelmesi benim için çok iyi oldu.”
“Fahriye mi, o da kim?” diye sordu Cengiz.
“Balkona gelen kediye verdiği isim” diye Neriman sesini alçaltarak kocasını bilgilendirdi.
“Yahu anne, kedinin ne iyiliğini gördün ki?” diye sordu Cengiz.
“Size de Marta’ya da o birer hafta kalanlara da hep bir şeyler anlatmak istiyordum ama hiçbiriniz canı gönülden dinlemediniz beni. Lafı değiştirip ağzıma tıkıyordunuz. Fahriye belki ne dediğimi anlamıyor ama ne anlatsam cankulağıyla dinliyor” dedi.
Bu sözler karşısında Neriman ve Cengiz suspus oldular, odadan çıktılar.
***
Birkaç gün sonra Neriman’ın günü vardı. Yaşlı kadın yan apartmandaki komşuya gönderildi. Fahriye balkonda pinekledi, yaşlı kadını göremeyince dolaşmaya çıktı. Erkek kediler hiç peşine düşmediler. O metruk evin bahçesine girdi. Orada gördükleri çok korkunçtu. Bir zamanlar kendisini kovalayan sokak köpeklerinin hepsi zehirlenmişti. Can düşmanı köpeklerin cansız bedenlerinin üstüne sinekler konup duruyordu. Fahriye köpeklerin başını kokladı, tüylerini yaladı. Hayvanların niye öldüğünü anlayamadı.
Metruk evin önünde gürültüler duyunca Fahriye yıkık duvarın dibindeki sarmaşığın arkasına gizlendi. Gelenler belediye işçileriydi, zehirledikleri köpekleri bir kamyonetin arkasına atıp gittiler. Fahriye gizlendiği yerden fırladı, evin önüne geldi, parmaklık demirinin arasından bahçeye girdi, zıpkın gibi koşup ağaca tırmandı, oradan da balkona atladı. Burada kendini güvende hissediyordu.
Neriman ve misafirleri birbirlerini dinlemeden bağıra çağıra konuşuyorlardı. Toplandıkları odadan çıkan konuşmalar, kahkahalar, gülüşmeler, çatal bıçak sesleri, çay karıştırma çıngırtıları dışarıya yayılıyordu. Seslerin hepsi Fahriye’yi korkunç derecede rahatsız etmekteydi. Kulakları büzülmüş, gözbebekleri kocaman olmuştu korkudan. Kabaran kuyruğu, bir o yana bir bu yana hareket ediyordu sinirinden.
“Demek öyle dedi kaynanan ha? Kedi insanın yerini tutar mıymış hiç?” demişti kadının biri. Fahriye sadece duymuştu, konuşulanları anlamamıştı tabii.
“Kız, kıskanayım deme Fahriye’yi sakın” demişti Neriman’ın başka bir arkadaşı. Arkasından gülüşmeler de duymuştu Fahriye. Hoşlanmamıştı bu seslerden. Yaşlı kadının sesi kulaklarına ne kadar da hoş geliyordu.
***
Kış yaklaşıyordu, ağır bir grip salgını baş göstermişti. Yaşlı kadın ateşlendi, yatağa düştü. Doktor geldi, ilaç yazdı. Onca ihtimam beş para etmedi, yaşlı kadın son nefesini verdi. Cengiz annesinin vefat ilanını eski ortağının çıkardığı gazeteye verdi.
“Emekli Felsefe Öğretmeni, gönüllü çevreci Fitnat Arıcı Hanımefendiyi kaybettik. Cengiz-Neriman-Taner.”
İlanın sol tarafında Fitnat Hanımın birkaç ay önce çekilen bir fotoğrafı görülüyordu. Mutlu bir gülümseme vardı yüzünde. Niye mi mutluydu? Kucağında Fahriye vardı da ondan; ama Cengiz fotoğrafın tamamını vermemişti gazeteye. Oysa Fitnat Hanım ne kadar çok isterdi kucağında oturan Fahriye’nin hem görünmesini hem de adının yazılmasını… Her şeyin en iyisini bilen, her güçlüğü halleden oğlunun aklına böyle bir şey gelmemişti.
Fahriye kötü ve sevimsiz bir değişikliğin olduğunu anladı. Çıkıyordu balkona, bakınıyordu sağa sola ama o tatlı sesli kadını bir türlü göremiyordu. Zamanla süt çanağıyla kuru mamalar da ortalıktan kayboldu. Uzun uzun miyavladı, ağlar gibi sesler çıkardı ama balkona hiç kimseler çıkmadı.
Bir gün yine tırmandı ağaca, gördüğüne inanamadı. Rahatça balkona geçtiği tahta köprü yoktu. Dalın ucuna kadar geldi. Acaba oradan atlayabilir miydi balkona? Fakat atlayıp da ne olacaktı? Ortalıkta çanak yoktu, mama yoktu; günlerdir miyavlamasına karşın balkonda tanıdık bir yüz görememişti.
Birkaç gün sonra Fahriye, o güzel ağacın kesildiğini de gördü. Ağacı zevkle kesen üç adamdan ikisini tanımıştı. Biri okkalı tekmesini yediği komşu apartmanın kapıcısı, diğeri ise inşaata girdi diye onu kovalayan bekçiydi. Tanımadığı adamın elinde çok gürültü çıkaran bir alet vardı. Bir zamanlar çıktığı ağacı parçalara ayırıyordu.
“Bakarsın Cengiz Bey bizim patronla anlaşır, yıktırır bu evi” demişti Fahriye’yi inşaattan kovan bekçi, Fahriye’ye tekme atan kapıcıya sırıtarak.
“Zannetmem, Cengiz Bey’in inşaat şirketi var; başka biriynen niye anlaşsın ki?” dedi kapıcı.
Bekçi hesap sorar gibi, “Adam koskoca site inşaatları, barajlar yapıyor; bıraksın da sekiz dairelik apartmanı bizim patron yapsın. Şu ağaçtan iyi odun çıkacak gibi. Kurudu mu sobada bir güzel yanar” dedi kıs kıs güldü.
Aynı anda Fahriye’yi gördü, ayağını sertçe yere vurdu, “Pıst, defol git pis kedi!” dedi.
Fahriye ok gibi fırladı, koştu gitti o metruk evin bahçesine. Bir zamanlar erkek kedilerin kendisini kıstırdığı kömürlüğe girdi saklandı.
Fahriye başının çaresine bakacaktı artık.
telgrafhanesanat
Yorum Kapalı.