Yeni bir kararımı açıklıyorum: Tanımadığım bir roman, öykü, deneme yazarının yapıtlarını okumaya başlayacaksam, önce bulabildiğim bir düşün yazısını, onunla söyleşi yapılmışsa verdiği yanıtları okuyacağım. Düşüncelerinin tutarlı olup olmadığına göre o yazarı okuyup okumamaya karar vereceğim.
Sanırım katılırsınız; dünyada ömrümüz boyunca okuyup bitiremeyeceğimiz denli çok kitap var. Zamanımız çok ama çok değerlidir. Dolayısıyla seçici olmak, zaman yitirmemek zorundayız.
Kararımıza dönersek, yazarının düşün yapısını öğrenmeden okumaya başladığım yapıtlar genellikle, “ezici çoğunlukla” düş kırıklığı oldu benim için.
Nasıl mı? Derinlik yok, ortak insanlık kaygıları, düşünsel sorunlar yok. Yapıştırma, iğreti, inandırıcılıktan uzak izleklerle karşılaştım.
Örneğin bunlardan bir yazar yaklaşık “Türkçe, Arapça ve Farsça gibi zengin bir dil değildir” diyebiliyordu bir söyleşisinde. Bu söyleşiler de neden yoğun yapılır, öngörmek zor değil: Parlatma!
Bir düşünelim, yazdığı dile bu gözle, bu çarpık, gerçekle ilgisiz bakışla bakan bir yazar hangi büyük ve ustalıklı yapıtı yaratabilir?
Yoksa çok mu önyargılıyım?
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.